28 Haziran 2013 Cuma

HATIRLAT DA HAZIRAN SONLARINDA ÇOCUKLUĞUMU YAKALIM



Sen beni öpersen belki de ben Fransız olurum
Şehre inerim bir sinema yağmura çalar
Otomobil icad olunur, Zarifoğlu ölür 
Dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.

-Senegalliler dahil değil
 
Sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır
Çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
O vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin 
Hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin

-Yoksa seni rahatsız mı ettim?
 
Sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
Ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
Elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim 
Elbette gayet rasyoneldir attan atlamak

-Freud diye bir şey yoktur.



Sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim 
Belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
Bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
Yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.

-Haydi iç de çay koyayım.


Ah Muhsin Ünlü*

* Yönetmen Onur Ünlü'nün şair mahlası




26 Haziran 2013 Çarşamba

Borç

"Kadınlar değerli varlıklardır, öyle olmasalardı beni yüz sefer reddetmezlerdi. Reddedilmekten kaynaklanan bütün zevkleri ve ıstırapları onlar sayesinde tattım. Kendimi onlara karşı borçlu hissediyorum"

Emrah Serbes

13 Haziran 2013 Perşembe

Ölüme

Ölüm o kadar çoksun, o kadar çoksun ki inandırdın bizi yaşamamaya. Haydi gel, sıkıysa gel bekliyoruz, gel de inandır bizi gebermeye! Öyle ki hatırlamayalım güzel olanı, öyle çoğal ki düş de kurmayalım, anlama hapsolalım, mahkum kalalım, bulamadıkça yaklaşalım sana. Çok da süründürme işte giriver kanımıza, nereye düşsek çıkıyoruz ya, çıkamayalım bir sefercik. Zaten bir sefersin ölüm, etin de budun da o kadar. Sonrasızsın bir de, algımızdan uzaktasın; geldiğin gibi gideceğiz. Biraz az olsan kovalardık seni, durup durup çoğalmasan kaçardık kaçabildiğimizce, ama çoksun ölüm, giderek de çoğalıyorsun, biz direnip de çoğalmadıkça, sen mühimmatını toplayıp geliyorsun. Ne kaldı aramızda? Bir ufak altın vuruş. Hadi gel de vur! Bir çizgi üstünde yürüdüğümüz, sırat köprüsü bu olsa gerek. Düşersek kaybederiz, düşmezsek sürünürüz. Bir mücadeleyse insanla arandaki, vur da kazan, yok eğer bir mücadele değilse niçin durmadan çoğalarak geliyorsun üstümüze? Rahat bıraksan yaşasak, en azından o kısacık olanı, seni düşünmeden yaşasak, sevsek belki, sen yanıbaşımızdayken yapamadığımızı yapsak, olmaz mı? Olmaz ölüm çoksun. Varlığınla yokluğun aynı ya, tabiat sensin ya, anlam, fikir, düş, imge, herşey sana çıkıyor ya, sen de rahat rahat çoksun. Biz zavallıların varlığı az, yokluğu zaten sen. Ne yapıyorsak hayatta kalalım diye; güçlü olmak istesek, aşık olmak istesek, keyif almak istesek, hep hayatta kalalım diye. Oysa hayat senin kadar kuvvetli değil, anladık. Anladık da bir türlü kopamadık işte, içimizde pis bir içgüdü, tutunmasak da düşerek, öylecene sürükleniyoruz. Yalnız sana söyleyeyim, senden çok da korkuyoruz sanma, çocuğumuz olursa biliyorum hayat kandıracak bizi, ama çocuğumuz olamazsa, tercih etmezsek belki, işte o vakit senin bize gelmeni beklemeyeceğiz ölüm, cumburlop atlayacağız sana. Varsın bu da seni güçlendirsin, varsın kıs kıs gülüyor ol içinden. En azından sömüremeyeceksin bizi, senin kölen olmayacağız. Zaten herkes öyle yapmıyor mu? Senin kölen olacağına, çocuk yapıyor ya da çocuk kalıyor ve hayatın kölesi oluyor. Bir de bizim gibiler var ölüm, sen bizi tanıdın artık, bin yıllardır varız, özgürler değilsek de bir biçimde köle olamayanlarız, bizi bilirsin ölüm ne sana ne de hayata hizmet edemedik pek. Bu sana son seslenişimiz. Ya gel al bizi de bir an önce, ya da çoğalıp durma ölüm. Ya biz seni çağırana kadar siktirolgit başımızdan ya da gel bitir bizi, hepimizi. Sana sen yetersin ölüm, biz bize yetemiyoruz!