5 Temmuz 2013 Cuma

Babasızlar

31 Mayıs akşamından beri "direniş" kelimesi hayatımızda başka bir anlam taşıyor. Kelimeyi kullanırken trafikten ya da işlerimizden bahsediyormuşçasına rahatız."Direniş" bizim için artık hem somut  hem de gündelik. Üstelik de direniş öyle güzel bir kavram ki altına sokulabilecek ideolojilerin hepsinden muhakkak daha anlamlı kalıyor, yaşanışı esnasında beslenmeye ihtiyaç duymuyor, adeta kendi ruhunu kendisi besliyor. İkinci Dünya Savaşı esnasında Fransız direnişinin sembollerinden olan sosyalist Lucie Aubrac "Direnmek fiili mutlaka şimdiki zamanda çekilmelidir" diyor. Direnmek bir ruh halidir. Direnmeye başlamak da neresinden bakarsanız bakın umut yüklüdür. Bir ayı aşkın süredir olup bitenler direnmeye başladığımızı kanıtlamaya yeter de artar nitelikte, üstelik yalnızca direnenleri değil tam karşısında duranları da direnişin varlığına  inandırdık. Direniş inkar edilemez konumda ve adeta " şimdi onlar düşünsün" dedik. Düşünüyorlar.

Harala gürelenin içerisinde kafa patlatmaya fırsat bulamadık, tek düşündüğümüz direnmekti, ne pahasına olursa olsun direnmek. Sonra Gezi'yi işgal ettiler. Bu, muktedirlere hamle yapmak, bizlereyse yaşadıklarımızı değerlendirmek ve direnişin geleceğini düşünmek adına vakit kazandırdı. Devletlilerin, Gezi'ye abuk subuk belediye peyzajları uygulamak, dünya piyasalarının Türkiye ekonomisi üzerindeki kaygılarını azaltmak, direnişi unutturmaya çalışmak gibi uğraşlarına şahit olduk, ulusalcıları direnişten kopartmak adına yaşatılan Kürdistan gerginlikleri de gözlerimizden kaçmadı, her zamanki gibi can harcamayı da ihmal etmediler, ayıptır, günahtır, cinayettir. Bizlerse parklarımıza çekildik, önce hislerimizi konuştuk, sonra fikirlerimizi, sonra da hamlelerimizi. Bir çeşit doğrudan demokrasi modeli oluştu. Hareket kabiliyeti anlamında yavaşladık belki ama direniş duygumuzu da muhafaza etmiş olduk. Elbette ki neye karşı direndiğimize de geldi konu. Çünkü genel kanı; ne istediğimizi tam olarak bilmediğimiz ancak ne istemediğimize daha hakim olduğumuz yönündeydi. Benim forumlarda, tweetlerde, köşe yazılarında gözlemlediğim kadarıyla, biz çok büyük, sandığımızdan da köklü bir şeyi istemiyormuşuz: "Devlet"

Bana göre atılan en anlamlı slogan; " Bu daha başlangıç, mücadeleye devam". Çünkü binlerce yıllık bir gelenekle boğuşuyoruz, binlerce yıldır değişmemiş bir dille ağız dalaşı yapıyoruz, binlerce yıldır isyan ve direnişe hep aynı cevabı vermiş ve çürümesini bu hunhar cevapla gerçekleştirmiş bir devlet fıtratıyla savaşıyoruz. Bu yüzdendir ki  "Tayyip istifa" taleplerimize kafi gelmiyor, biz Tayyip'e karşı değiliz, biz işine yaradığı zaman "tepeden buyrukçu" politikaları kullanan devlet geleneğine karşıyız. Dünyanın bütün devletlerinin hamurlarında bu maya vardır. Dolayısıyla hareketimiz  büyük ve evrenseldir. Hal böyleyken bir ay gibi kısa bir sürede ve kararlılığımızı tam da ispat etmeden bu geleneği kırmak, hafifletmek, geri adım attırmak imkansızdır. Devleti rahatsız etmezsek, devlet dilini yeniden öğretmeye başlar, büyük bir organizma olarak yıkılanı çabuk tamir eder, ortada kalan bizleri de bir virüs gibi atar bünyesinden. O yüzden sürekli direnmek zorundayız. Gerçekten de bu daha başlangıç.

Savaştığımız şeyin bir "tek adam" değil de "tek adam"ı yaratan bir sistem olduğunu kavramak zorundayız, bizler mevcut sosyo ekonomik sistemi muhafaza etmeye devam ettiğimiz sürece sistem tek adamlar yaratır. Parti isimlerinden çok liderlerlerinin isimlerini bilişimiz bu yüzdendir. Sınıfsal dengesizlik, istikrarı yakalamak adına "tek adam" otoritesine ihtiyaç duyuyor, toplum "tek adamı" çağırıyor, "Devlet" mekanizması sorunlarıyla başka türlü başa çıkamıyor, "tek adam" geliyor, bastırıyor ve gidiyor, eğer "tek adam"lıkta bir boşluk doğarsa, sabit "tek adam" var ; sistem, eli mahkum Mustafa Kemal'e yöneliyor. Burada "tek adam"ın hem "tek"i hem de "adam"ı sorunlu. Bu toplum babasız kaldığı kadar anasız kalmamış demek ki, yoksa muhakkak ki en azından bir tane "tek kadın" olurdu, buna en yakın isim herhalde "Rahşan Ecevit".  O da anne figüründen o kadar uzak ki gerçekten de çocuğu yok.

Bu toplumu babasız ve "tek adam" lara gebe bırakan ne? Tam olarak bunu düşünmeli ve direnişimizi buradan evirmeliyiz bence. Elbette ki korku ve endişedir cevap. Adaletsizliğin normal sayıldığı bir devlet anlayışında çok uzun zamanlardır sallanıyoruz, babalar kimliklerini koruyamıyorlar, evlatlarını haksızlıktan kaçıramıyorlar, kirleniyorlar, yitiyorlar, ne yaparlarsa yapsınlar, bir güven ortamı tesis edemiyorlar, belirsizlikte kayboluyorlar ve belirsizlikte kaybolmaya meyilli yeni baba adayları yetiştiriyorlar. Toplum babasız kalıyor ve babalar ölürken "Devlet Baba" doğuyor. Tıpkı harçlık verir gibi, paraları kendisi için tehlikeli olmayanlara dağıtıyor, kendisi için tehlikeli olmayanları bir araya topluyor.Babasız kalmış diğer çocuklar kıskanıyor, "Devlet Baba" nın gözüne girebilmek için tehlikesiz taklidi yapmaya başlıyorlar. Babanın babalığı büyüyor, "yaşasın artık babam var" diyenler diğerlerini kendi yanlarına çekiyorlar. Bir de babasız hissetmeyenler ve babasız hissetse de böyle bir baba modelini kabul etmeyenler var elbette. Ses çıkardıkça dayak yiyorlar, dayak yedikçe aralarında dayaktan korkup kaçanlar, dayak yememek için "Devlet Baba" ve ailesine yaklaşanlar, yaklaşmasa da susanlar, susmasa da sesini kısanlar türüyor. Onlar da harçlık istiyor. "Devlet Baba" değilse de "Devlet Amca" oluyor onlar için. Aile büyüyor, annesizce büyüyor. Bu çılgınlığın farkına varanlar dayak yemeye devam ediyorlar, küçük görülüyorlar, giderek yalnızlaşıyorlar, teslim olmamak için köşelerine çekiliyorlar, bekliyorlar. "Devlet Baba" nın huyu suyu birbirini tutmaz çocuklarının anlaşmazlığa düşmesini, "Devlet Baba" nın paralarının suyunu çekip, harçlıkların adaletsizce dağıtılmasını, "Devlet Baba"nın diğer "Devlet Baba"lar karşısında ne denli özgüvensiz olduğunun anlaşılmasını bekliyorlar. Nitekim o gün geliyor, çatıyor. "Devlet Baba" yalnızca en sevdiği çocuklarını dinlemeye başlıyor, yalnızca onlara harçlık veriyor, kalan çocuklarını dövüyor ve onları da en sevdiği çocuklarına benzetmeye çalışıyor. Böylece onu baba olarak görenle, görmeyene aynı biçimde muamele etmiş oluyor, "babasızlar" bıkıyorlar ve başka bir baba arıyorlar. Atatürk'e başvuruluyor,  onun sadık çocukları olan ordu koşuyor, yeni bir "Devlet Baba" ya kadar babasızlığa,  belirsizliğe,  güvensizliğe,  korkuya ve zaman zaman paniğe devam ediliyor.


 İşte Gezi direnişinin bir farklılığı olduğuna tam da bu noktada inanıyorum; biz artık geçici "Devlet Baba"ları ya da sabit "Devlet Baba"yı istemiyoruz. Biz artık öz babalarımızı yahut babasız yaşam formunu istiyoruz. Kadınlarımız da direniyor, çünkü evlatlar ne kadar babasız kalıyorsa, kadınlar da o kadar adamsız kalıyor bu endişe-korku devletinde. İçinde bulunduğumuzun evrensel ve zorlu bir mücadele oluşu bu yüzden, biz yalnızca kendi "Devlet Baba"mıza değil bütün "Devlet Baba"lara karşı ayaklandık ve kararlı olmazsak babasız kalmaya ve yeni sahte babaların yeni sahte tokatlarıyla "ehlileşmeye" mahkum oluruz. Bizler sonuna kadar kendi bedenlerimizle direneceğiz, bu binlerce yıllık otoriteyi kırmak için ukala ve küstah bir tavır takınacağız, asla orduyu bu işe karıştırmayacağız, Kürtlerin uğradığı haksızlıkları da içimizin acısına katacağız, gerekirse Kürtler'in de kendi sahte babalarından kurtulmalarına vargücümüzle yardım edeceğiz, herkesin aynı babasızlığın çocuğu olduğunu unutmayacağız, Gezi'de yaşamaktan vazgeçmeyeceğiz (6 Temmuz cumartesi geziye tekrar girmeyi deneyeceğiz, "sen bize izin veremezsin, orası zaten bizim hakkımız" diyeceğiz, bu kesinlikle iki haftadır yapmamız gereken bir hamleydi), babamız gibi davranılmasına izin vermeyeceğiz, bize gösterilen yerde durmayacağız (açıkçası taksim büfeler önünde durup ierlememekle , gidip devletten izin alıp Kazlıçeşme'de gösteri yapmak arasında çok büyük bir fark görmüyorum), gerekirse elimize taş da alacağız, araba da yakacağız (2006 'da başlayan ve uzun süre devam eden  Fransa gettolarının eylemi oldukça işlevseldi, can yakmadan zarar vermesi açısından da kalbimi kazanmıştı), marjinal gruplar ya da teröristler adı altında yaramaz çocuk muamelesi edilmesine izin vermeyeceğiz, bütün stratejimizi  devletin çocuğu olmamak üzerine kuracağız, genel grev diyorsak yalnızca sendikaların anayasal haklarını düşünmeyeceğiz, gerekirse haftalar boyunca hiç birimiz çalışmayacağız, kaybedilen direnişçilerin katillerini isteyeceğiz, devletin katilliğini ortaya koyacağız, onu baba olmaktan uzaklaştıracağız, devlete kendi dilini konuşturmayacağız, bütün üstten bakan söylemi ağızlarına tıkacağız, sokakları boyayacağız, otoriteye karşı eğleneceğiz, muhafaza edileni sarsmak için alışıldık bilinç düzlemini kıracağız, gerekirse biraz sarhoş dolaşacağız. Bu türde bir kararlılık çok önemli, kararlı olamazsak Atatürk, İsmet, Menderes, Demirel, Ecevit, Özal, Tayyip listesi noktayla değil üç noktayla biter, devlet kendi dilini konuşur, korkarız, babasız kalırız, baba ararız.İnanın bana, bulduğumuz öz babamız olmaz, olamaz.



     


Meşgale

En son ne ile mi meşguldüm?
Ölmemek üzerine destan yazıyordum,
sevilmemek akademisinde.
"Destan olmaz tez yaz" dediler,
tez zamanda ayrıldım.
Kimse bilmez;
annem doğduğunda,
ağlamaya başladım.