11 Haziran 2010 Cuma

Freedom's just another word for nothing left to lose **




" Yıllar sonra, sabah karanlığında küçücük ilkokul çocuklarının belleğimden silemediğim vatan şiirlerini ezberleyerek, siyah giysiler içinde okula gittiklerini görünce,nemli İstanbul sabahlarında...
- Hiçbir yanlış değişmedi, diye düşünmekten kendimi alamıyorum.Bulutları dağıtmak, güneşi avuçlamak, çocuklarla tepelerde koşmak,ağaçları,rüzgarı,güneşi,yağmuru,insanları onlarla birlikte yaşamak istiyorum"

Belki de bu düşüncecik Tezer Özlü'nün yazdığı en siyasi şeydi ya da belki bir kaç küçük şey daha vardır böyle.Onun en büyük isyanı "öfkeyle büyümeye" karşı olandı.Her söylediği,her yazdığı "beni bu dünyayla başbaşa bırakın" diyordu.Bırakmadılar.İlaçlar,doktorlar en sonunda da o hiç hoşuna gitmeyen elektroşok.
Aslında tedaviye filan ihtiyacı yoktu,gerçeğiyle bağını koparmayan oydu,seven,en azından hep sevmeye çalışan oydu,aslında öylesine sevgi doluydu ki ona dayatılanlara çoğu zaman direnmedi bile,onun kendi dünyası vardı,tanıdıklarına ve tanımadıklarına o dünyayı anlatmaya çalıştı elinden geldiğince,hiçbir şeye inandırmaya zorlamadan,kendi naif diliyle.Ben Tezer Özlü okuduğumda hissettiğim büyülü bir kırılganlıktır önce.İlk sızan içime seçilmiş(belki de seçilmek zorunda bırakılmış) bir yalnızlığın yarasıdır.Sonra tamamen doğal davranan bir kadının müthiş gücü hissedilir.Onun yaptığı fısıltıyla çığlık atmak,atabilmektir.Acısı güzel bir şey olarak tecelli eden sarı bir çiçektir benim gözümde.Bir insanın olabileceği kadar özgürdür çünkü tıpkı Janis gibi onun da kaybedecek bir şeyi yoktur.
Sanırım 1-2 sene önceydi.Yan yatıyorum yatağımda.Tezer Özlü'nün kitap kapağını görüyorum göz ucuyla.Bir anda şaşırıyorum; "Janis Joplin'in ne işi var bu kitabın kapağında?" Kalkıyorum,kitaba yaklaşıyorum, Janis değilmiş, Tezer Özlü'nün ta kendisiymiş.O anda çizsen çizilmez bir bağ oluşuyor ikisi arasında.İki uzak dünyanın iki yakın insanı oluyorlar.Janis'i düşünüyorum,hayatı boyunca deli yaftasına umursamaz bir gülümsemeyle,o ciğerinden gelen kahkahasıyla cevap veren Janis.Belgeseli* aklıma geliyor,yıllar sonra çocukluğunun geçtiği Port Arthur kasabasına uğruyor,yıllarca ona deli diyip dışlayan arkadaşlarının şimdi ona sevgi gösterisinde bulunduğunu görünce şaşırıyor,bir gazeteci soruyor :"Buraya geri dönmeyi düşünür müsünüz?" "Hayır San Fransisco daha güzel"
Janis'in tıpkı Tezer gibi siyasetle ilgisi yoktu,o bir aşkla beslenip,aşkla besleyendi.Fakirliğiyle,terkedilişiyle,yalnızlığıyla bile eğlenebilirdi.Onun hüznü neşeli bir bulut olup geçer üstümüzden.Ve kim ne derse desin Janis anlaşılması keyifli bir şairdir.İnsan onu dinlerken işi gücü bırakıp gidebileceği en uzak yere gitmiş gibi hisseder kendini.Sesi,çirkin bir şeyin tüm güzel yanlarıdır..Boğuk ve benzersiz.
Şimdi bedenleri bizden uzakta olan bu iki insan,başucumuzdan insana,çiçeğe,özgürlüğe köprüler kurarken,insanı çiçekten,çiçeği özgürlükten ayırmıyorlar.Böylece benim bir adanın bir balkonunda unuttuğum Janis Joplin kasetim, Tezer Özlü'nün " öfkeyle büyümeye" beslediği masum isyandan ayrılmıyor.Birleşmiyor da.Gözümde keskin çizgilerle bezeli bir resim oluşmuyor, yalnızca renkler birbirlerine aşık oluyorlar.Tıpkı akasyalar ve begonviller gibi.Bildiğiniz akasyalar ve begonviller...



**Janis Joplin'in Bobby Mcgee şarkısında geçen bir söz.
*1974 tarihli Janis isimli belgesel

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder