7 Haziran 2010 Pazartesi

Şiddetli Günler Bizi Bekler


Kürt siyasetine ve gerilla direnişine yakınlığıyla bilinen Fırat haber ajansı önemli bir röportaj yapmış.KCK Yürütme Konseyi Başkanı daha anlaşılır bir tabirle gerilla komutanı Murat Karayılan son dönem gelişmelerini yorumlamış.Röportaj çok uzun, ben burada önemli gördüğüm kısımları aktaracağım,detaylı olarak okumak isteyenler için link de vereceğim yalnız sanırım dns ayarlarını değiştirmek lazım siteye girebilmek için.Bu röportajla bu kadar ilgilenmemin sebebi özellikle şu günlerde İsrail'e karşı esip gürleyen,tanımayanı dünyanın en savaş karşıtı adamı olduğuna inandırabilecek açıklamaları ile Ortadoğu'daki şöhretine şöhret katan,Türkiye'de de reklamın kralını yapan gurur kaynağımız,biricik başbakanımız Tayyip Erdoğan'ın Kürt meselesinde ne derece basiretsiz kaldığını,işleri nasıl yokuşa sürdüğünü,silahlara hareket alanı bıraktığını gözler önüne seriyor oluşudur.Aslında bir bakış açısıyla lafta bile kalsa "Kürt Açılımı" iyi bir şeydir.Devletin söylemini değiştirmek adına güzel bir hamledir.Devlet klasik söyleminden uzaklaşırsa vatandaş da düşüncelerini daha az korkararak dile getirebilir.Nitekim Taraf Gazetesi'nin Türkiye gündemine çok olumlu bir etkisi olduğu,önceden dile getirilmeyenleri söylediği yadsınamaz bir gerçek.Ancak hükümetimiz öyle bir hükümet ki açılımı laftan bir adım öteye taşıyamadı.Tek girişim oldu;34 kamp sakini Türkiye sınırlarından giriş yaptı.Türkiye'ye karşı suç işlememiş olanlardan özenle seçilmiş bir kitleydi ancak hükümet onların girişinin bile arkasında duramadı.Neymiş efendim,çok fazla kutlama yapmışlar,işi şova dökmüşler.Tabi ki kutlayacaklardı,oraya gidenler bir kaç adım daha atılır belki yeterince inanılırsa devamı da gelir,bir ateşkes,bir af ortamı sağlanır,barış gelir diye umuyorlardı.Hükümet önce o kutlamaları eleştirdi,ardından DTP'nin kapatılmasına sessiz kaldı,daha da sonra kelepçelenip götürülen belediye başkanları fotoğrafı kazındı aklımıza.Şimdi doğrudur tabi Akp'den ne bekliyorduk ki kısmı var,var da Akp şu meseleye kadar elini taşın altına soktuysa eğer sonuna kadar götüren bir hükümet biçimi sergiliyordu,O yüzden açıkçası ben Akp'nin bu şekilde sıçıp üstüne de "boktur" diye yazmasını beklemiyordum.Ha niye bu kadar kızdım,buyurun okuyun Karayılan'ın söylediklerini:

"Kısacası hareketimiz 2009 Nisanından itibaren Kürt sorununda barışçıl bir sürecin gelişmesi için üzerine düşen ve yapılması gereken neyse bunu büyük bir samimiyetle, öz veriyle yapmaya çalıştı. Devletten de Kürt sorununun çözümüne dönük adım atılmasını bekledi. Bunun için çok çeşitli çağrılar yaptı, çabalar gösterdi, görüşmeler yapıldı, diyaloglar geliştirildi. Ama ne yazık ki AKP hükümetinin ve devletin sorunun çözümüne dönük inandırıcı hiçbir adımı ortaya çıkmadı. Öncelikle bir gün sonra Kürt legal, yasal, siyasal alanına dönük bir siyasal soykırım operasyonu başlatıldı. Askeri operasyonlar durdurulmadı ve hükümet uluslar arası kamuoyu ile Türkiye kamuoyunda gelişen barışçıl havanın baskısı altında kaldı. Bu nedenle 25 Temmuz 2009’da AKP hükümeti, başta "Kürt açılımı” daha sonra pişman olup adını değiştirdiği bir açılım sürecini başlattı. Sonrasında ortaya çıktı ki aslında, bizim demokratik çözüm sürecini gündeme koymamızla birlikte zorlanan Türk devleti, bu süreci boşa çıkarmak için AKP’nin eliyle bir taktik değişiklik yaparak bu açılım dediği şey planlamıştır. Bu demokratik açılım denilen şey özünde Kürt sorununu çözme değil, savuşturma açılımıdır. Çerçevesini siyasal soykırımın başladığı tarih olan 14 Nisan’da Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un koyduğu Türkiye halkı formülü, ki bu Türkiye halkı formülü aslında Kürtleri de Türk milleti içinde sayan, sonuç olarak yine herkesi Türk olmaya zorlamak için ortaya atılmış yeni bir çerçevedir. Sadece kısmi bir söylem farkı var. Özü değişmeyen bir siyasi bakış açısıdır. AKP ‘de buna dayanarak Kürt olgusundan söz etmeye çalıştı. Bunun dışında hiçbir pratik adım atmadı."

"En son ortaya atılan anayasa değişikliği ile de anlaşıldı ki AKP’nin zihniyetinde Kürt sorununda zerre kadar çözüm yoktur. Anayasa değişikliğinde Kürt sorununda iyileştirmeyi yapacak tek bir kelimelik bir şey yoktur. Çözüm geliştirilmediği gibi baharla birlikte operasyonlar daha da hızlandırıldı. Botan, zagros alanlarına asker dolduruldu. Botan’dan Dersim’e kadar her tarafta askeri operasyonlar başlatıldı ve en son 20 mayıs’ta tekrardan kapsamlı bir biçimde medya savunma alanlarına hava saldırıları başlatıldı. Gelişen bu hava ve kara operasyonlarında kayıplarımız yaşandı. Şimdi tüm bunlar karşısında bizim kendimizi savunma hakkımız yok mu? Siyaset yapma hakkımız yok mu? Karşımızda uluslar arası, bölgesel ve ulusal düzeyde bir yok etme konsepti varken, biz elimizi-kolumuzu bağlayıp, bekleyecek miyiz? Elbette ki bekleyemezdik. Şunun altını çizerek belirtiyorum; biz barışçıl demokratik sürecin geliştirilmesinde sonuna kadar samimi davrandık. Ama AKP buna gelmedi, geliştirdiğimiz süreci bozdu, sabote etti. Ateşkes sürecini biz değil, AKP hükümetinin bu uygulamaları anlamsızlaştırdı. Güçlerimiz elbette ki kendilerini savunacaktır. Hiç kimse bize şimdi çatışmanın olmadığı yerlere çekilin ve ölüm sıranızı bekleyin diyemez. Biz meşru savunma hakkı çerçevesinde aktif bir pozisyon alarak ancak karşımızdaki planları boza bilir ve varlığımızı sürdürebiliri. Bu tasfiye konseptinin bozulması temelinde ancak özgürlük ve demokrasi hareketi yeni dönem görevlerine cevap olacak ve ilerlemeyi yaşayacaktır."


*PKK için yeni bir dönem mi başlıyor? Nasıl bir dönemden bahsediyorsunuz?

-Evet yeni bir dönem başlamış bulunuyor. Yeni dönem stratejik bir dönemdir. Biz dördüncü dönem diyoruz. Dördüncü dönem ne demektir? Bu konu da önemlidir. Biz 1993 yılından bu yana altı kez tek taraflı ateşkes ilan ettik ve sürekli barış çağrıları yaptık. Onlarca kez çözüm deklarasyonları yayınladık. Kürt sorununda adil, onurlu bir barış sürecinin gelişmesi için yapılabilecek ne varsa hepsini yaptık. Sorunun Türkiye sınırları içerisinde, Türkiye halkının hassasiyetlerini de dikkate alan bir çerçevede, en makul ölçülerle çözümü için çeşitli projeler sunduk. Ama bunlar ciddiye alınmadı. Ya görmezden gelindi ya da bu çağrılar bir zayıflık olarak değerlendirildi ve imha operasyonları, yok edilme operasyonları gündemleştirildi. Yaptığımız her barış ve ateşkes süreci bir tasfiye zeminine dönüştürülmek istendi. Bu Türk devletinin Kürtlerle barış yapmak istemediğini gösteriyor.

"Kürt özgürlük ve demokrasi hareketi olarak kendi çözümümüzü kendimizin geliştirmesi çerçevesinde ilk adım olarak demokratik özerkliği ilan etme görevimiz ve hedefimiz vardır. Demokratik özerklik aslında devleti demokratik çözüme zorlama adımıdır. Devlet çözüme gelmezse de özerkliğini kendisinin sürdürmesi tutumudur. Buna rağmen hiçbir surette çözüme gelinmez, ilan edilen demokratik özerklik hedeflenerek, yok edilmek istenirse o zaman devlet olmadan kendi çözümümüzü demokratik konfederal eksende geliştirme seçeneğine yönelmek durumunda kalacağız. Demokratik özerkliği hedefler ve buna gelinmezse geriye kendi başının çaresine bakma seçeneği kalıyor ve o zaman biz de buna yönelmek durumunda olacağız. Dördüncü dönemin temel çerçevesi budur."

"2 Haziranda Başbakan Tayip Erdoğan’ın başkanlığında gelişen güvenlik zirvesinin özgürlük hareketini bastırma çerçevesinde yeni bir takım kararlar aldığı açıktır. Bu kararların en önemli olanlarından birisi de Kürt halkının geliştirdiği meşru, demokratik toplumsal eylemlerin önüne geçilmesidir. Bunu birden bire yapamayacaklardır, fakat kademeli bir biçimde fırsat buldukça sert yöntemler kullanacaklardır. Silopi’de gerçekleşen sert yönelimle Kürt halkının yasal temsilcisi olan milletvekillerini hedeflemesi ve Sevahir Bayındır’ın ayağının kırılmasına yol açacak kadar vahşi bir yöntemin uygulanması, yine Şırnak’ta on dört yaşındaki Diren Basan adındaki Kürt çocuğunun öldürülmüş olması, aynı biçimde kadınların vahşi yöntemlerle hedeflenmesi aslında devletin böyle bir amacının olduğunu gösteriyor. Bunu hemen öyle geliştiremezler. Dalga halinde gelişecek kitlesel tepkiden korkmaktadırlar. Ondan ötürü Silopi’de sert yöneldi ama diğer yerlerde aynı politikayı sürdüremedi. Çünkü dengeli yaklaşıp adım adım geliştirmek istiyor."

"İskenderun eylemiyle verilmek istenen mesaj neydi?

-İskenderun eylemiyle yeni dönemin savunma süreci başlatılmıştır. Özellikle Xakurke alanında gelişen kapsamlı hava saldırısı ve yine Dersim-Bingöl hattında yoldaşlarımızın kayıp vermesiyle birlikte yeni sürecin başlatılmasını gündemleştirmiş, kesinleştirmiştir. Bu temelde İskenderun eylemi yeni sürecin bir başlangıcı, çıkışı olarak değerlendirilebilinir. Bir yerde yeni sürecin başlangıç mesajıdır. Başka özel bir mesaj içerme durumu yoktur. Bu eylemi geliştiren, uygulayan arkadaşların İsrail’in aynı gecede gemilere saldırı yapabileceğinden haberleri asla olmamıştır. Kaldı ki böyle nitelikli bir eylem tek bir günde hatta bir kaç günde karar verilip hazırlanamaz. Bu, keşfi, planlaması, hazırlığı on gün önceden başlatılan bir çalışma sonucu gerçekleşmiş bir eylemdir. Dolayısıyla kalkıp, başka bir yerlerle bağlantılandırmak gerçek dışı bir değerlendirme olur. Esas olarak yeni sürecin başlangıç işareti gibi görülebilinir. "

"Bu çerçevede elbette ki savunmayı sadece Kürdistan zemininde değil, yer yer metropol alanına da kaydıracaktır. Çünkü daha çok Bolu, Kayseri, İzmir ve daha değişik yerlerde hazırlanan güçler gelip Kürdistan’da savaşmakta ve katliam yapmaktadırlar. Dolayısıyla bizim de savunma amaçlı mücadeleyi Kürdistan sınırları dışına taşırma girişimimiz gayet doğaldır, meşru savunma stratejisi çerçevesine de uygundur. Devlet sisteminin yüklü bir ekonomik külfete dayanarak, bu savaşı yürüttüğü bilinmektedir. O zaman sistemi her açıdan zorlamak üzere savunma savaşını sadece bulunduğun mevzi çevresinde geliştirmek başarılı bir savunmayı sağlayamaz. Karşı tarafın hem ekonomik, hem de askeri açıdan yıpratılması için tabii ki savunma alanının da geniş tutulması gerekmektedir. Gerillanın yürüteceği mücadele çerçevesi aşağı yukarı bu kapsamda gelişecek olan bir mücadeledir."

"Askeri operasyonlar şimdi yoğun bir biçimde geliştiriliyor. Her tarafta savaş vardır. Bununla sonuç alamayacaklardır. Kayıpları daha fazla olacaktır. Belki biz de kayıp veririz ama kayıp veren sadece biz olmayacağız. Sonuçta olan halklara olmaktadır. Türkiye halkına, Kürt halkına olmaktadır. Ama bunun sorumlusu AKP zihniyetidir. Türk sömürgeciliği AKP şahsında yeni bir politika oluşturmaktadır. Geliştirdiğimiz demokratik çözüm süreci bu zihniyetle bizim imha ve tasfiye edilmemiz sürecine dönüştürülmek istenmiştir. Ya gelir teslim olursunuz, silah bırakırsınız ya da yok edilirsiniz, ikilemini dayatma durumu vardır. Bazı çevreler halen de, PKK çatışmanın olmayacağı uzak yere çekilsin, eylemsizliği uzatsın, gibi görüşler ileri sürmektedirler. Biz bu tür görüşleri hayretle karşılıyoruz. Ya gelişmelerden bihaberler ya da onlar da bizim bir biçimde tasfiye edilmemizi ön gören bu konsept çerçevesinde konuşmaktadırlar. Çatışmanın olmayacağı bir yere çekilin, demek, aslında bir tarafa çekilin, ölüm sıranızı bekleyin, demektir. Yani sizi hemen şimdi öldürmeyeceğiz, daha öldürmenin zeminini, hazırlıklarını yapacağız, sıranızı bekleyin, anlamına gelmektedir. Bu kadar diplomasi, bu kadar ittifak, bu kadar teknoloji ve bu kadar askeri güç bizim için mevzilendirilmiş ve bize bir kenara çekilip, bekleyin, deniliyor. Hiçbir güç, hiçbir canlı ölüm sırasını bekler mi? Karşı tarafın hazırlıklarını yapıp da kendisini öldüreceği zamanı bekler mi? Beklemez, beklemeyeceği gibi bizim de hiç bekleme niyetimiz de yok. Bizim güçlü bir savaş tecrübemiz var. bugün başarma koşullarımız daha da artmış bulunmaktadır. Kürdistan özgürlük mücadelesini artık tasfiye etmeleri mümkün değildir."


Okuyabildiğiniz üzere örgütün faal başı olan Karayılan yeni bir döneme geçtiklerini,metropoller de dahil olmak üzere saldırı alanlarını genişleteceklerini söylüyor.Şuna dikkat çekmek isterim ki Pkk uzun süredir sivil öldürmüyordu,hala da öldürmüş değil,umarız ki öldürmez.Ama olur da şehirlerde canlı bombalar patlarsa,karakol baskınları sürerse,her gün yeni şehit haberi gelmeye başlarsa bunun sebebi Pkk'nın başındakilerin aniden vahşileşmesi değil,açılım lafıyla oyalanan örgütün kandırılmış hissetmesi, apaçık aptal yerine konduğunu düşünmesindendir.Her silahlı oluşum gibi Pkk da savaşmaya muhtaç.Nasıl ki Tsk muhtaçsa aynen öyle muhtaç.Yani gerek Türk ordusu gerek Kürt ordusu savaşmak için can atar durumda zaten.Zaten iki tarafın da askeri kanadının savaştan caymaya niyeti yok.Bu durum zaten böyleyken Akp'nin bu derece eline yüzüne bulaştırması nasıl da işlerine geldi bir düşünün.Kürt kanadına baktığımızda yine biraz haklılar,size de deseler; "barış yapacağız,kimliğinizi tanıyacağız,anadilinizde okul,yer isimlerini de Kürtçe asıllarına geri çeviriyoruz,genel af da çıkaracağız" tüm bunları söyledikten sonra hiç bir şey yapmadan bundan prim sağlamaya çalışsalar,oyları düştükçe tırsıp tırsıp ırkçı söylemlerine sarılsalar,sizi aşağılamak için seçtiğiniz yöneticileri kelepçeleyip götürseler eminim siz de silaha sarılacak bahane bulursunuz.Türk ordusuna baktığımız zaman da hükümetin basiretsiz,eli kolu bağlı duruşu onlara "bakın silahsız çözüm olmuyormuş" gibi saçma sapan bir şeyin arkasına sığınma fırsatı verdi.Ordu zaten Ergenekon davasıyla güvenilirliğini büyük ölçüde kaybetmiş,toparlanıp güçlenecek yer arıyor,kısacası ordu için bu durum;" some big chances,some big posibilitiz,some big okazyon"
Ne diyelim Akp Hükümeti'ni tebrik ediyoruz,işler bu kadar berbat edilebilirdi herhalde,işleri onlar adına olabildiğince zorlaştıran Chp ve Mhp'yi de es geçmeyelim tabi ama onlar zaten umutsuz vakıa.Akp Hükümeti bir an önce durumu değiştirecek bir şeyler yapmalı yoksa ne o "kaybederiz" diye korktukları oylardan eser kalacak ne de barış ihtimalinden.


Röportajın Tümü için: http://www.firatnews.tv/index.php?rupel=nuce&nuceID=27621

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder